26 Ocak 2013 Cumartesi


  VAR-YOK
“Kimsen var mı?” diye sordum.
“Yok.” dedi.
“Evin de mi yok?” dedim.
“Yok.” dedi.
Sesim dönüp dolaşıp çarptı kendime.
Aslında bunu çok sık yapmıyorum.
Neyi?
Kendi kendime konuşmayı.
Sanırım yine yaptım.
Çoğu zaman, her şey filmlerdeki gibi gelişiyor aklımda. Fon müziği… Ortama göre, insanlara ya da ruh halime göre. Evet, özellikle ruh halime göre. Mesela az önce kendi kendime konuşurken “strawberry fields forever” çalıyordu fon müziği olarak. Oysa ben fon müziği olarak “strawberry fields forever” çalan filmlerden hoşlanacağımı düşünmezdim. Fon müziği olarak “us and them”çalan bir film izlemek isterdim hep. Evet, hep istedim bunu. Böyle bir film var mı acaba?
“yok.” dedi.
Kim?
Bilemiyorum artık bununla nasıl başa çıkılır. Adım atsam ses duyuyorum. Sağa bak ses, sola bak ses… Sessizliği özledim. Ben aslında sessizliğin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Sanırım hiç kimse-hatta benden yaşça büyükler- bile bilmiyor olmalı sessizliği. -fakat hatırlayamadığım- en derin sessizlik annemin karnında geçirdiğim dokuz ay boyunca beni saran sessizlik olsa gerek. Artık hiçbir yer sessiz değil. Mesela odam. Benim odam hiç sessiz değil. En olmadık anlarda hp laptop’umun motoru devreye giriyor örneğin. 
Kim o?
Kim kim?
Ne oldu yine? Biri bir şey dedi sanırım. Yazarken düşünmek ne zor.Sessiz kalamayınca zorlaşıyor her şey. Laptopumun motoru diyordum en son. Evet, laptop’umun motoru. Laptopumun motoru olmasa birisinin sesi(!) devreye giriyor. O da suyumu soğutuyor… Görüyorsun işte, modern insan için sessizlik
“yok.”
  Kesin sesinizi artık! yeter! nereden buluyorsunuz konuşacak bunca şeyi? Ben çok konuşmam aslında. Çok konuşmaktan ve çok konuşanlardan haz etmem. İnsan belli bir süreden sonra ya tekrarlar ya da saçmalar zaten. Çok konuşan çok şey bilen değildir yani. Susan da konuşacak bir şey bulamadığı için susmaz. Yağmur mu yağıyor ne? Oysa havada tek bir bulut bile
“yok.” dedi.
O dedi. Ben değil. Ben bir şey demedim. Hatta epey güzel bir hava olduğu bile söylenebilir şu saatte. Çevremde olup bitenlerin farkında olmak istiyorum. Hem zaten ölümden korkmuyorum aslında. Ölmek de doğal bir şey sonuçta. Hatta ölümün doğallığını, hayatta doğal olmayan bir çok şeye yeğlerim. Ama aslında olmayan düşüncelerimin beni köşeye sıkıştırdığı nokta da işte tam burası. Bu büyük bir sorumluluk. Sırtında dünyayı taşıyan atlas’tan farkım yok. Oysa belki dünya da
“yok.” dedi.
“var.” dedim.
  Ölümden korkmuyorum aslında. Ben sadece karanlıktan korkarım. Küçük bir kızın en çok korktuğu şeydir karanlık. Korkmayanları da hep kıskandım. Oysa karanlıktan korkulacak ne var ki? Karanlıktan korktuğumu düşünmediğim zamanlarda karanlık hakkında ne düşündüğümü sorsanız; karanlığı sevdiğimi bile söyleyebilirim. İşte bu kadar sinsi bir korku bu. Diğer bütün korkular gibi. Ölüm korkusu örneğin. Ölümden korkmuyorum aslında. Ben sadece karanlıktan korkuyorum. Oysa karanlıktan korkulacak bir şey
yok.
  Ayaklar görüyorum. Üzerime üzerime gelen ayaklar. Bir bilinmeyene doğru yürüyen ayaklar. Korkuları olan, kalabalıkta konuşmaktan çekinmeyen, sessizliğin yokluğundan rahatsızlık duymayan ayaklar bunlar. Kokuşmuş bir dizi düşüncelerini gezdirmeye çalışan sürü sürü ayaktan başka hiçbir şey değiliz aslında. Düşüncelerimizde dişe dokunan tek bir tümce bile
“yok!”
Hayat önümüze öyle şeyler sunuyor ki, ölümde bile şaşırmıyoruz artık.Her şeyi çözdüğümüzü, evrenin bizi şaşırtacak tek bir sırrı bile kalmadığını düşünüyoruz. YAŞAM BİZİ ŞAŞIRTMIYOR ARTIK. Olduğumuz gibi yaşamalıyız ne de olsa. Savunmaya gerek
“yok!”
ölüm de
“yok!”
Aslında sen de
“yoksun.” dedim.
"aslında aşk da yok."
dedi.
                                                                                                                                                                  
                                                                                                                     26.01.13
                                                                                                                      İstanbul       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder